Süreç dinamikleri açısından hayat, kırılmalar, farklılaşmalar, kutuplaşmalar olduğu kadar, benzeşimler, aynileşmeler ve birleşmelerdir.
Bu iki zıt süreç hayatın devamlılığı noktasında birbirinin besleyicisi ve tamamlayıcısıdır. İşletmelerde ve kurumlarda karşımıza şu ikilem sürekli çıkmaktadır:iş mi?insan mı?ilişkiler mi?sonuçlar mı?başarı mı? yüksek performans mı? ahlaklı olma mı? her şeye rağmen başarılı olmak mı? kısa ömürlülük mü? Çınar gibi uzun ömürlü birliktelikler mi? hangisi baskın veya öncelikli olmalıdır? Bu polarizasyonlardan neyi ne kadar öne çıkararak, hayatımızı şekillendireceğiz? Çözüm, bu zıt süreçlerin birlikte gelişebileceği diyaloğa açık sistem (örgüt) tasarımlarını pratikte ne ölçüde uygulayabildiğimizde saklıdır. Bu uygulamalardaki kritik başarı faktörü de, “doğru işe doğru insan veya insanın yetkinliğine göre doğru iş” anlayışının, hayatın her ölçeğinde sağlıklı şekilde uygulanabilmesidir.
Zira Kur’ân-ı Kerim’de "Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor...
" (Nisa 4/ 58) buyurularak açık şekilde bu hususa dikkat çekilmektedir. Bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde duran alimler, kelimenin zengin mana muhteviyatına dikkat çekmişlerdir. İslâm literatüründe oldukça geniş kapsamlı ele alınan emanet, sözlükte “güvenmek, korku ve endişeden emin olmak” manasına gelir ve hıyanet kelimesinin karşıt anlamlısı olarak kullanılır. Varlıklar içinde emaneti taşıma sorumluluğu, fıtratına konan donanımlar noktasında insana yüklenmiştir
. Bu ayetin yorumlarında öne çıkan hususlardan bazıları şunlardır: her işin başında bulunan kişiye, yaptığı veya yönettiği iş emanettir. Çocuklar, hayata hazırlanması noktasında anne ve babaya emanettir, yöneticilere yönettikleri insanlar, işgal ettikleri makam ve mevkiler emanettir.
Bunların hepsi uhdelerinde bulundurdukları emaneti koruyup kollamakla yükümlüdürler. Ancak emanet kavramının işaret ettiği hususlar bununla sınırlı değildir.
Ferdî ve sosyal huzurun, maddî ve manevî kalkınmanın temel esaslarından birisi olan emanetlerin ehline verilmesi, ehil olanların göreve getirilmesi, yukarıdaki ayette de belirtildiği üzere Allah'ın emridir.
İşlerin ehil olmayan kimselere bırakılmasının kötü sonucu hakkında, Peygamberimiz (sas) "İş ehil olmayan kişiye verildiği zaman kıyameti gözle." (Buhari Rakika 35) ifadesi çok manidardır.
İş ve görevlerin dağıtımı noktasında liyakatin önemine işaret eden şu hadise çok manidardır. Hazreti Peygamber (s.a.v.) vergi memurluğu görevi isteyen Ebu Zer el-Gifari'ye "Sen güçsüzsün; bu iş bir emanettir; emanet üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur." Bu ayet ve hadisler, açıkça her işin başına ehlini, ustasını getirmeyi emreder.
Kurum ve işletmelerin her kademesinde emaneti ehil olana, liyakat sahibine vermek, her zaman geçerli ve tazeliğini koruyan ilâhî bir emirdir (Soysaldı, 2007).
Bir işe diplomalı veya unvanlı kimse değil, o işi hakkı ile yapabilen kimselerin getirilmesi gerektiği, işe göre insan, insana göre iş verilmesi meselesi, son ilâhi mesaj Kur’an-ı Kerim’de (aslında bütün semavi dinlerin öğretilerinde) ve bunu hayata tatbik eden Peygamberimiz’in (sas) uygulamalarında açık ve net şekilde belirtilmiştir.
İşe uygun doğru adamın seçilmesinde, “kişi o işe layıksa (liyakatli) o iş ona verilmeli, layık değilse, layık olanı aranmalıdır” prensibi temel kriter olarak belirtilmiştir. İslam literatüründe bu meseleyi destekleyen önemli bir prensip, “ her müminin her vasfının mümin olması lazım gelmediği gibi, her kafirin her vasfının küfür, batıl olması gerekmez: bazen müminde kafir sıfatları, kafirde de Müslüman sıfatları bulunabilir.
” İnsanlar işe ve göreve getirilirken, sıfatları üzerinden değerlendirilmelidir. Çünkü günümüzde mümin gayr-i müslim, müslüman gayr-i mümin insan tiplemelerine sosyal hayatta çok sık rastlanılmaktadır.
Liyakat değerlendirmeleri, pozisyonun (görevin) gerektirdiği sıfatlarla, kişinin sahip olduğu sıfatların ne oranda örtüştüğüne bakılarak yapılmalıdır (Soysaldı, 2007).
KOBİ GELİŞTİRME MERKEZİ
YORUMLAR