Ülkemize ve dünyadaki ülkelere baktığımızda, terazinin bir tarafında mazlumlar ve bir tarafında da zalimler vardır. Bu öyle bir terazidir ki mazlum olanlar gücü eline alınca bazen zalimleşir ve tıpkı kendilerine zulmedenlere dönüşürler. Belki de mazlumlaşmamak için bunu yaparlar, belki de güç onları cezbeder ama nihayetinde her türlü adaletsizliği yaparlar veya yıllardır kendilerine, atalarına kötülük edenlere kinlerini kusarlar.
Ölüm denilen gerçeği unutur insanların çoğu, dünyanın güzelliği ve yalancı baharı cezbeder onları. Kimileri yollarını kaybedip, dünyadaki amacını unutur ve bazıları da amaçsız yaşayıp, kuralsız devam etmek ister. İnsanları amaçsız bıraktığınızda ise başıboş bir sokak köpeği gibi uzatılan her ekmeğe ve bir baş okşamasıyla mutlu olur. Halbuki amacı olsa bir kişinin, hem ekmeğini elde eder ve hem de baş okşamasının aslında onu küçük düşürdüğünün farkına varır. Bunun içindir ki hangi tarafı tutarsanız tutun bu önemli değildir, önemli olan hakkı ve adaleti tam savunabilmektir. Muhakkaktır ki zordur bazı dönemlerde adaleti savunmak çünkü adaletsizlikler kaya gibi her taraftan üstünüze yağıyordur.
Dünyadaki ve ülkemizdeki siyasetçilerin, zenginlerin çoğu ise insanları önce açlık sınırına mahkum ederler, sonra da ölmek üzere olanlara gelip, bir ekmek uzatıp, al hayatta kal derler(!) Özellikle cehaletin kol gezdiği ve dini tahakkümlerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda bu daha kolay uygulanabilir bir durumdur çünkü insanları korkutmak, sindirmek için ya sıkı kanunlar lazım veyahut din denilen olgu. Tabii ki ülkemi dinin şartlarıyla yönetilmesini istiyorum diyene kızamayız, veyahut ülkemi laiklik çerçevesinde yönetilmesini istiyorum diyene kızmadığımız gibi. Bizim gibi toplumlarda ne dinin esasları ve ne de laiklik eksenli bir ülke yönetimi olabilir, çok renkli ve çok sesli bir insanlar topluluğunda bu mümkün değildir ama iki tarafında hür yaşadığı bir toplum pekala kurtulabilir.
Bizim ülkemiz ve toplumumuz ne tam demokrasiyle yönetilebilir, ne de tam şeriat kanunlarıyla çünkü insanları kendi amaçları için kullanan siyasetçiler ve zenginler var ortada. Aslında demokrasi denilen olguyu halka benimsetmek kolaydır, adaleti ve ekonomiyi toplumun şehrinden, köyüne kadar eşit şekilde dağıtırsanız herhangi bir sorun kalmaz. Topluma laikliği dayatmak ne kadar abesse, şeriatı da dayatmak o kadar abestir. Aslına bakarsanız, siyasetçiler ve düzeni kuranlar ne tam demokrasi ister ve ne de tam şeriat, ne kadar kaos olur ise o kadar koltukları sağlam olur çünkü. Hesabına gelene ses çıkarıp, namus bekçisi kesilenler, kendi evindeki namussuzluklara ses çıkarmazlar. C partisinin belediyesi, halkın parasını boş konserlere ve ülkeye, nesillere hiçbir faydası olmayan şarkıcılara milyonlarca para verirken, A partisi bas bas bağırıp ortalığı yıkıyor ama A partisinin kendi belediyesi bunun on katını yapınca da dut yemiş bülbüle dönüyor(!) Anlayacağınız üzere güç kimdeyse onun sesi gür çıkar ve bakmayın şu an mazlum rolünde olanlara çünkü yarın onlar güçlü olunca da aynısını yapacaklardır.
Benim tarafım, senin tarafın ve onların tarafı değil de bir olamayan toplumlar ve adaleti yek vücut savunamayan ülkeler fakir kalmaya, koyun gibi güdülmeye, yağmalanmaya mahkumdur. Sadece bizim ülkemiz değil, tüm dünya milletleri ve ülkeleri için geçerlidir bu durum ve asla şaşmaz. Her şeyin para, her şeyin gösteriş ve her şeyin şatafat olduğu toplumlar geri kalan ülkelerdir. Bu coğrafyada yaşayan insanların çoğu da adaletten yoksundur ve herkes kendi adaletini sağlamak ister çünkü kargaşa sürekli birilerinin makamını sağlamlaştırır. Tıpkı İran ve İsrail’in birbirinden beslenmeleri gibi. Kargaşanın olduğu yerde ise kimsenin aklına demokrasi, hukuk, ahlak ve adalet gelmez çünkü adaletin altını oymayı hukukçulara, toplumların çürümesinde doğru bilgi vermeyen din adamlarına, ahlaksızlığı ise siyasetçilere görev olacak şekilde verdiler. Sonuç olarak ahlaksız, adaletsiz ve çürüyen toplumlar ortaya çıktı.
YORUMLAR