Manolya bir çiçek ismi ve ben ne yazık ki henüz bu çiçeği görebilmiş değilim. Fotoğraflarının haricinde görememiş olsam bile; hayatım boyunca bir şekilde yoluma çıkıp, beni etkilemeyi başarmış bir çiçektir o. Dünya üstünde çok eski bir evveliyata sahipmiş. Öyle ki, dinozorların yaşadığı dönemlerde bile var olduğu biliniyor ve bu özelliği ile saygıyı hak ediyor. Hayat mücadelesinde, cabbar bir bitki olduğunu bizlere çoktan kanıtlamış durumda. Bu nedenle, bence umudun simgesi olmayı da hak ediyor.
Aşkı temsil eden çiçek nedir diye sorsak, hemen herkes kuşkusuz ki gül diyecektir. Aşk yakıcı bir duygudur. Peki gül niye bu yakıcı duygu ile özdeşleşmiştir? Gülün, yaprak katlarının çokluğu ateşi simgeliyor olabilir mi? Ben olabilir diyorum çünki yaprak katlarının fazla olması, alttan alttan yeni yapraklarının çıkması, alevi ve ateşi hatırlatıyor bana, ya size? Size de hatırlatıyor mu? Ateş yanıyorken, bir alev havada yok olur ve hemen bir başka alev onun yerini alır ve bu böyle sürer gider. Aslında kırmızı değil, turuncu gül tam anlamı ile ateştir, alevdir, közdür, kordur çünki turuncu renk, ateşin rengiyle, kırmızıya kıyasla daha çok uyuşur. Aşk sadece yakıcı değil, aynı zamanda kanatıcı bir duygudur da. Kanayan kanımızla, içimizde büyütüp beslediğimiz bir duygudur o! Bu yüzden otağını kalbe kurar ve bu nedenle rengi de turuncu değil kırmızıdır. Kırmızı gül, turuncu kadar olmasa da ateşi hatırlatır insana. Bununla birlikte kıpkırmızı kanı ancak kıpkırmızı bir gül sembolize edebilir. Üstelik gül dikenleri ona yaklaşanların elini de bizzat kanatır! Eh iki taraftan, hatta üç taraftan aşkı simgeleyebilir başka çiçek bulunamamış demek ki! Manolya çiçeği de aşkı temsil ediyormuş fakat onun bir farkı varmış! Onun farkı asil bir aşk olmasıymış! Gerçekten de rengiyle, dokusunun pürüzsüz ipeksiliğiyle, boyutu ile evet asıl bir çiçek dedirtmiyor mu kendisine.! Aynı zamanda, internetteki bilgiler; alçak gönüllü olmayı, haysiyet sahibi olmayı, masumiyeti, saflığı, sebat etmeyi ve dayanıklılığı da simgeler diyor . Bu özelliklerin hepsi aşkın bünyesinde ve varlığının devamlılığında yer almıyor mu? Asil bir aşk için masumiyet önemli bir gereklilik olmalı!... Temiz kalpli olmak masumiyetin ilk şartı! Bu öyle bir şart ki; suçsuzluk ve günahsızlık olarak tariflenen masumiyetin, var olabilmesi için, bunları bile ardında bırakabiliyor. Temiz kalpli olabilmenin en temel şartı ise, iyi niyettir. Niyetin iyi değilse, kalbin temiz olması mümkün müdür? Bu nedenle olsa gerek dinimizde niyete çok önem verilir. Niyetin iyiyse, yaptığın işin sonucu kötü bile olsa, günaha girmezsiniz! Bembeyaz rengi ile, manolyanın gerçekten de masumiyeti çağrıştıran bir görünümü var fakat onun pembe ve kırmızı versiyonları da varmış! Her çiçeğin başka başka renkleri olsa bile; aslında kendisine has belli başlı bir rengi vardır. Zambağın mordur mesela, papatyanın beyaz, aynısafanın turuncu, mimozanın sarı, manolyanın da beyaz elbette! Sadece gülde durum farklıdır! Gül deyince aklımıza tek bir renk gelmez. Pembe, beyaz, sarı, kırmızı, turuncu hepsi sıra sıra zihnimizde belirir. Monolyanın aşkı sembolize etmesini; asil aşk diye bir ayrıntı koyarak mantıklı bir zemine oturtsalar da, ne yalan söyleyeyim benim zihnim pek kabul etemedi fakat saflığı, masumiyeti, sebatkarlığı,
umudu simgelemesi onunla uyuşmuş diyebilirim Manolya kelimesi bana tanıma fırsatı elde ettiğim fakat gönlüne ne kadar girebildiğimi bilemediğim bir arkadaşımı hatırlatır. İlk gençlik yıllarımın arkadaşı, üniversitede okuduğum yılların yurt arkadaşı!
Benim kaldığım yıllarda, Hacettepe Yurdunda odalar dört kişilikti. Okul ve sınıf arkadaşı olarak, biz üç kişi hep aynı odada kalırdık, diğer bir kişi ise her sene sürprizimiz olurdu. O sene Manolya geldi odamıza. Kumral, hafif kilolu ve fazla uyumlu bir kızdı. Öyle ki, neredeyse odada var mı, yok mu diye düşünürdünüz fakat onda ters giden bir şeyler olduğunu sezinlemek de zor değildi. Uyurken rahat deģildi! Sık sık, yüksek sesle bağırır tarzda sayıklar, bazen de, elini kolunu etrafa savururdu. Odalarımızın genişliği ranzaların karşılıklı değil uçuca dizilmesini gerekli kılıyordu. Yatakların karşısında çelik dolaplarımız ve bir de masa vardı. Haliyle uyurken başında Manolya'nın tokadının patlamaması için onun baş tarafına diğer yatan kişinin ayakları gelmeliydi. Şimdi düşündüğümde keşke o kadar uyumlu olmasaydı diyorum, belki o zaman, rüyalarında daha sakin olabilirdi. Uykusunda bağırarak, elini kolunu etrafa savurmazdı belki. Bazı sorunları olmalıydı, anlamıştık! Bir kaç kere konuşmaya çalıştık, bir sıkıntısı olup olmadığını sorduk. Israrla ve inatla iyi olduğunu söylüyordu. O, kendisini bize açılacak kadar yakın hissedemedi, biz de o yakınlığı sağlamayı belli ki beceremedik... Bir gece, koridorda bir gümbürtü oldu. Yüksek sesle bir tartışma yaşanıyordu. Bağırış ve haykırışlar odamıza kadar geliyorken; biz daha ne oluyor bile diyemeden, birisi odamıza hızla dalıp, koşun Manolya'yı dövüyorlar dedi. Koştuk hemen, kurtardık Manolyamızı. Bal rengi saçları olan, güzel, sessiz Manolyamız kolay lokma olmuştu birilerine!
Bir süre sonra odadaki diğer kızlardan, Manolya hakkında şikayetler gelmeye başladı. Dediklerine göre, Manolya bir şeyler yürütüyordu. Arkadaşlarımın söylemlerine göre, en çok da parfüm ve deodorantları izin almadan kendisine fıslatıyor, kullanıyordu. Kokusundan anlamış bizimkiler.. Ara ara, pek nadir de olsa, iç çamaşırı, birazcık para falan da alıyormuş !.. Kızlar dolaplarını sıkı sıkı kilitlemeye başladılar. Dolap kilitlemek hiç benlik bir durum değildi, bir iki bir şey alacak diye kilit vuramazdım kapılara. Eğer birisini az yada çok seviyorsak, kapılar her daim açık olmalıydı bana göre. Bir seylere kilit vurmak; benim için ezelden ters gelen, itici bir davranıştı. Böyle olmasının da iki sebebi vardı. İlki annemin bize böyle öğretmesiydi, diğeri ise okuduğum kitaplardı. Annem ömrü boyunca, kilitli dolaplara, kapılara savaş açan bir kadındı ve bize de bunun çok ayıp olduğunu öğretmişti. Bunu yapmaktansa bir şeylerimizin yok olmasına razı olabilirdik. Şimdi annemin sözünü dinleme zamanıydı. Varsın alsındı, iç çamaşırı hariç, neyim varsa ortak kullanabilirdik. İhtiyaçtan olan minik yürütmeler görmezden gelinemez miydi? O yaştaki genç kızlar için parfümler önemlidir. Onun için de ne derece önemi olduğu, kullanmasından belli değil miydi?... Kitaplara gelince; Victor Hugo'nun Sefillerini okuduğumda ilkokul üçüncü sınıfın yaz tatilindeydim. O yaşta o romandan yeterince faydalanabildim mi, ne kadar faydalandım bilemem elbette. Sefiller merhamet duygusunu fazlaca ortaya çıkaran bir romandır ve küçük kalplerde merhamet, büyüklere oranla çok daha fazladır. Merhamet duygusundaki bu gerçek, onun her zaman doğuştan gelen bir duygu olduğuna inanmamı sağlamıştır. Sefilleri okuyarak; açlık ve yoksulluktan yapılan bir almanın hırsızlık olarak algılanmasının yanlış olmasa bile, eksik bir değerlendirme olduğunu, biraz empati yapmanın gerekliliğini fark etmiş oldum. Okurken, neyin ne zaman, bazı şartların hükmünde, mazur görülmesi gerektigini, az çok anlamıştım. Üstelik bir de Çalgıcı Yanko hikayesi vardı zihnimde. Kemana duyduğu aşk nedeniyle komşunun evine gizlice giren, onu birazcık çalmak isterken, yakalanan ve öldüresiye dövülen Yanko!...Hikayenin sonunda ölüyordu Yanko ve Yanko benim zihnimdeyken, Manolya parfümlerimi istediği kadar fıslatabilirdi. Dolabımı kilitlemediğim gibi, kapısını da her daim ardına kadar açık bırakıyordum... Alacaksa benden alsın istiyordum, diğerlerine dokunmasın. Zaman geçiyor, benim deodorantlar bir milim eksilmiyorken, kilitli dolaptakiler bitiyordu. Arkadaşlarım ne yapsalar, ne etseler fayda etmedi. Parfümler bütün kilitli dolaplarda azalıp bitti, bir tek benimkiler yerli yerinde eksilmeden duruyordu. Benimkileri beğenmiyor muydu yoksa! Bu ihtimali bertaraf etmeliydim. Öbür arkadaşlarımın kullandığı deodorantlardan da birer şişe alıp dolabıma koydum fakat ne yapsam nafileydi, olmuyordu! Benim dolaptan hiçbir şey eksilmiyordu. Keşke benimkileri alsaydı ama almadı! Onun almasına kilitli kapılar değil, ardına kadar açık olan kapı engeldi!.. Şimdi tüm bu anıları hatırladığımda, ona ulaşan yolu kat edemediğimizi anlıyorum. Manolya'nın yalnızlığı içimi acıtıyor. Hepimiz iyi niyetli kızlardık; çok gençtik, anlaşılan o ki, yeterli duyarlılıkdan uzak olmasak dahi, yeterli tecrübeden uzaktık. Ona yaklaşmayı, yakınlaşmayı becerememiştik. Manolya'ya tam manasıyla kucak açamamış, sakladığı yaralarını görememiştik. Bir şeyler sezinlemiş ama yeterince anlayamamış, anlamak için biraz çabalamış fakat uzun boylu da uğraşmamıştık. Şimdi yazarken fark ettim ki, hiç birimiz onunla merdiven sohbeti etmemiştik!... Ben isimlerin insanların kaderinde rolü olduğuna inanırım. Manolyanın da belli ki zorlu bir hayatı vardı. O, bu zorla baş etmeyi, öyle yada böyle beceren bir Monolya olmalıydı!
Bu dünyada, insana en çok gereken şey, hatta belki de tek şey yine insandır. Evet, bence insana sadece insan gerekir, gerisi lafügüzaftır.
Sevgilerimle
Dyt. Güner Erbay
YORUMLAR